Bu akşam bir film izlemek istiyorum.. Kısmetse inecek ve bende filme başlayacağım.. Bir film 16 saatte iner mi? Evet bazen 16 saatte bekleyebilirim kaliteli bir film için, 36 saatte..Sonunda izlemek varsa, o yolda çekilen çile kutsaldır benim için.
Çoktandır yazmıyorum ve gelen çoğu maili cevaplayamıyorum zamanında. Belki bir çoğunuz bu siteyi takip ettiğini unutmuştur bile. Belkide arada bir girip ‘Niye yazmıyor bu yaa!!’ diye söylenip, bana kızarak çıkıyorsunuzdur siteden.. Olabilir.. Gayet doğaldır.. Ne deseniz haklısınız…
Lakin bildiğiniz üzere bir buçuk haftadır açık bu site ve ilk açıldığında, üniversiteyi kazanamamış, her günü bir birinin aynısı geçen, bunalımlı bir kız yazıyordu bu yazıları.. Sanırım o sıralar, bu siteyi takip etmek daha eğlenceliydi. Her gün yazıyordu çünkü.. Kafası attığında kızıp bağırıp duruyordu buradan birilerine.. Yalnızlığını gideriyordu, en yakın dostuydu sitesi.
Oysa şimdi ailesinden uzakta, tek başına ayakta durmaya çalışan, üniversiteye gidip gelirken, yaklaşık 2 saatlik yolu tepen, işleri hiçte umduğu gibi gitmeyen, hayatını bir türlü düzene koyamayacağı karamsarlığına kapılan, kendisi gibi düşünen veya hisseden kimseyle tanışamayacağını düşünen biri yazıyor bu yazıları.. Yinede bir umut, ufacık bir ışık yok mu hayatında? Var..Var ama.. Sanırım artık bıktı ve ışığın ardından koşmak yerine, onun hafif sıcaklığıyla yetinmeyi, yeterli görüyor kendince.
Demem o ki, işlerim yolunda gitmiyor.. Burada hiç bir şey umduğum gibi değil.
Küçükken bir hayalim vardı.. Büyük bir şehirde tek başıma yaşayacaktım, bir sürü arkadaşım olacak, her gün feci eğlenceli geçecekti.. Tabi bu hayallerimin neredeyse hepsi İstanbul’da geçiyordu. İstanbul küçüklüğümden beri, neredeyse her yıl akrabalarımızı ziyarete gittiğimiz kocaaamann sadece Taksim’den oluşan bir şehirdi. Her yere giderdik, kıyı köşe dolaşmadığımız yer yoktu aslında, ama İstanbul benim için sadece Taksim – İstiklal Caddesinden ibaret eğlenceli bir şehirdi.. Orası hep kalabalık, her zaman eğlencelidir. Sokak çalgıcıları, sanatçı kişilikler, mor saçlı kadınlar, berduş kıyafetli adamlar…
Bende onlardan biri olacaktım.. Tuhaf bir kıyafetim… Belki kimsenin bağenmediği, makyaj veya saç kesimim olacaktı. O caddede küçük bir arkadaş grubum ile yürüyecektim, insanlara çarpa çarpa. Güle oynaya.. Yanımızdan, ‘çın-çın’ sesler çıkararak geçen o küçük, kırmızı nostaljik treni, ‘onunla’ el ele tutuşup arkasından koşup yakalayacaktık.. Sonra eğlenceli, kısacık kaçak bir yolculuk..
Akşam olunca, yine soluğu o caddede alıcaktım.. Kıyıda köşede kalmış, güzel bayraklı, kiminin müdavimi olduğu, kiminin de oraya girmek için can attığı fakat giremediği topluluğun arasında, arkadaşlarım ile dans edip, kendimizden geçicektik. Sonra.. Sonra kafam iyice dönmeye başlamadan o bardan çıkıp, evimize gidicektik.
Barda ki yüksek ses sonrası, sabaha kadar kulaklarım çınlayacaktı ve sabah uyandığımda kendimi berbat hissedecektim.
Ama mutluyum.. Birileri hala karşımda uyuyor.
Hayır, hayır lütfen uyanma.. Rüyana devam et ve gülümsemen kaybolmasın dudaklarından.
Güneş lütfen uyandırma onu.. Kalkmak ne kadar zor olsa da, kalkıp perdeyi kapatmalıyım..
——
Film indi.. Hayal sona erdi. Tabii okul sonrası gerçekleşebilecek en berbat hayalim bu olsa gerek. Ama mutluydum ya, berduş olsam ne yazar…
Sütümü içip yatayım ben en iyisi. Ve hayaller ömrüm boyunca hayal olmaktan öteye geçemesin.
Antalya’ya gelmeden önce tanışsaydınız keşke pelinay.com ile.. O zaman bir gıdım daha iyiydi sanki, gerçekleşebileceğine inandığım hayallerim vardı, o zaman… Şimdiyse, kırıntılarını süpürüp attım çoktan hayallerimin. Yazacak ne var ki?