Ah ahh, ne dertli kızmışım ben!

Küçükken doğru düzgün babamı görmüyordum. Yedi gün evdeydi, yedi gün iş yerinde. Ve iş yeri köyümüze çook uzaktı.. Tabi o ‘çook’ değeri varya, sadece benim için geçerliydi. Aslında yarım saatti köy ile babamın çalıştığı yerin arası… Ama ben o zamanlar minik bir yer cücesiydim. Minicik kollarım ve bacaklarım vardı. Duvarda asılı duran takvimimize dahi, aşağıdan kafamı kaldırarak bakıp, takvimdeki yazı ve rakamları anlamaya çalışarak, anneme sorular soruyordum.. Annem sürekli, rakamları söyleyip, göstererek ‘Bak biz şimdi bu tarihteyiz, baban taa bu tarihte gelecek’ diyordu. Her zaman, babamın işten çıkış ve giriş tarihlerini takvime işaretleyip, gelmesine kaç gün kaldığına bakardık.

Havayı güzel bulduğumuz zamanlarda, hep beraber pinkpink’e giderdik. Pikniğin telaffuzu, çok mu çok zordu benim için, dolayısıyla piknik, benim ‘pinkpinkim’di.

Kardeşim henüz yaşına girmemiş, bense 3 yaşındaydım. Ve bize babam yokken sadece annem bakıyordu. Belkide bakmaya çalışıyordu, demeli… Beş dakika yalnız bırakamıyordu, bizi. Bırakınca da olanlar oluyordu.. Annemin yüzüne sürdüğü, olips şekerleri boyutunda, minik, pembe pembe şeker gibi görünen kremleri vardı. Görüntüsüne aldanarak bolca tüketmiştim o kremleri.. Tabi, bileydim bende yüzüme sürerdim ama, jelatiniyle birlikte ağzıma atıp çat pat patlatarak, o tatlı kremleri bir güzel yiyordum… Evet işin kötü yanı, o kadar geri zekalıyım ki, yaptığım her muzurluğu daha dün gibi hatırlıyorum. Şimdi gelmiş, annemlere anlatıyorum.. Pek matah işmiş gibi. ‘Vay maymun suratlı vayyy, arkamızdan ne işler çeviriyormuş..’ diyorlar, gülerek.

Ah bu küçükler yok mu, küçükler.. Ne zeki yaratıklar! O, küçük lezzetli kremlerle kendimi besliyormuşumda haberim yok! Demek ki o kremler beni bugünlere getirdi.. Tabi, istisnalarda çıkmıyor değil.. Gidip çamaşır suyu içen minikleri de rahmetle anıyorum.. Aaa yok ‘ Anmayınız efenim! Her içen ölmüyor ki.. Bir güzel içleri temizleniyor yavrucakların!’ diyorsanız, uzun ömürler diliyorum, sizin yavrucaklara.
Neyse..
Üst kat komşumuzun skype ileti sesleri gelip duruyor.. Manyak, sonuna kadar açmış hoparlörü, birde tuşlara şiddet uyguluyor mübarek! O nasıl yazış ya.. Tangır tungur tuş tesleri duyuluyor vallahi.. Saat gecenin ikisi ve ben yine oturuyorum, lanet olsun! Anlaşılan üst kattakinin de yatmaya niyeti yok.. Ben yatayım en iyisi. Kafamı yastığa gömüp uyumak istiyorum mümkünse..

Dipten Not (İçimden Serzenişler) : Ulan ne şanssız kızım ben be! İki yıl önce oturduğumuz eve, bitişik bir fırın vardı. Ve gece gece, o yanmış odunları dışarı çıkarıp, etrafı is ve duman içerisinde bırakıyorlardı. Tamda benim odanın karşısında! Dolayısıyla, yazın o kavurucu sıcaklarında, geceleri dayanamayıp camı açtığımda, odam leş gibi is kokuyordu. Muhtemelen, hayatımda hiç sigara içmedim ama, o isi soluduğum için, ciğerlerim beş yıl sigara içmişim gibi pörsümüştür. Şimdiyse evimizin hemen karşısında, bir dam var! Hani şu bildiğin inek damı..Hayır efenim köyde falanda oturmuyoruz.. Bu seferde, temmuzun fenalık geçirten sıcaklarında camı açtığımda odam, tahmin edebileceğiniz bir kokuyla doluyor.. ( Midesi fena olanlar parantez içini okumaya devam etmeyin.. Önerilmez! İneklerin tezek kokularıyla çalkalanıyor odam..)
Ahh ne bahtsız kızım ben!! Asıl can alıcı yanı da şu, bu kokularla ne yazık ki sadece ben muhattap oluyorum. Çünkü diğerlerinin odası bu kokulara ters köşe düşüyor. Ahhh Ahhh, Dert yanarken saat 3 oldu be!

Pelin

Tam bir moda aşığı. Modayı yakından takip ederek hayatını şekillendiren bir bayan. Şuan sanat tarihi bölümünü okumakta.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir